Cezaevi voltaları gibiydi ömrümün son günleri… Senin gidişinle boşta kalan kalp damarlarımda kan dolaşımı bile olmaz olmuş, çalışmamaya yüz tutmuştu bütün organlarım. Yaşamak hayal dünyasında kurduğum eski günlerin anısı içindi sadece. Zamanı doldurmak için nefes alışları… Gidişinle boşalan ellerim varlığına alışmışçasına sarıldı şişelere yokluğun daha da derinden yaralamasın diye bu bedeni.
Gündüzleri gecelere bağlamak içindi boşuna gelen uğraşılar her şey seni daha da az hatırlamak üzere kurulmuş akıllıca sanılan planlar düzeneğiydi. Farkındaydım gidişinin ama farkında olmadan yaşamak daha güzeldi, ruhumun sağlığı bakımından. Her şey sendin ya da sen her şeydin beklide ben sadece senden ibarettim. Aptal sorular, dibi görünmeyen hayal ürünleri. Şizofrenik düşlerin sancıları ile dakikalık uykularımdan uyanışlarım.
Her nesnede sen olmak zorunda mıydın ki? Boş uğraşılar aradığım zamanlar girdabında kendim gibi hissettiğim insanlar ordusunun içinde bulmuştum aciz bedenimi. Huzur evi yazıyordu kapısında huzur mu vardı acaba içeride diyerekten girdim, ıssız bucaksız koridor yollarına… Yeni acıların başlangıcına son vermekti amaç, ama her zaman ki gibi yalan düşüncelerde bulmuştum kendimi.
Ölümü bekleyen insanlar… Hepsinin gözlerinde farklı acılar hepsi hayata gözlerini kapamış son demlerinin geçmesini bekliyorlardı, bu aptal bir insanın bile anlayabileceği kadar açık ve netti. Bir oda seçtim kendime içeride boş bir yer bularak çömeldim yaşı genç ama ruhu yaşlı bir teyzenin yanına… Oturmamla geçici mutluluk hoş geldin dedi. Şaşırmıştım. Hoş bulduk kelimesi döküldü kendiliğinden susmak isteyen dudaklarımdan. Anlamıştım herkesin gidici olduğunu şu fani dünyada ama acıtan zamansız gidişlerdi. Nasılsın diye bildim sadece ama nerden bilebilirdim pişmanlık duyacağımı. Anlatmaya başladı iç çekerek. ‘’Hey sen aşkı ile aptala dönmüş genç çocuk, sonradan bulduğun bir insanın terk edişi ile bu hale gelmişken benim bedenimden dünyaya gelmiş bir varlığın terk edilişine uğrayan ben ne yapmalıyım?’’ Susmuştum… Sessiz ve derinden gözlerime bakarak devam etti. 45 yaşındayım, 24 yaşında oğlum karısı istemediği için beni buraya bıraktı. Canım parçamdı o benim onun mutluluğu için kurduğum dünyada bana yer yokmuş meğer… Bende amaçlarım çabalarım boşuna gitmesin dedim ve buradayım. Şimdi söyle çocuk beni parçam buraya bırakmışken senin bu aptal acıların neden?
Susuyordum hala anlattıklarına cevap aramakla uğraşırken devam etti ellerimden tutarak…
Bu hayat senin evladım, sen nasıl istersen öyle gider. Kader yoktur insanoğlu kendi kaderini kendi yazar. Ben oğlumu el bebek gül bebek yetiştirmeyip geceleri alkol dolu boş sokaklara salmak yerine Allah yoluna gönderseydim şuanda burada değil oğlumun yanında olurdum dedi ve sustu gözlerinden yaşlar akıyordu… Anlamıştım demek istediklerini, ne ekersen onu biçersin dercesine düşüncelerim genişlemeye başladı. Seni dünyama alan ben sana âşık olan ben seni sen yapan bendim. Anladım ki ben yoksam sende yokmuşsun. Biriyle konuşmak hiç bu kadar rahatlatmamıştı beni… Bunların farkında olan teyze neden ağlıyordu peki diye düşünürken. Düşüncelerim sesli hale dönüştü aniden. Teyze cevapladı. ‘’Oğlum ben ona değil Hak sahibine geç ulaştım diye ağlıyorum ‘’dedi ve sustu. Tüm parçalar yerlerini bulmuştu artık.
Vedalaşmak için bile beklemeden kalkıp sessizce ilerledim. Dünyeviye verilen değeri düşünüyordum artık. Fani olduğumuz dünyada bir gün gideceğimizi nasılda unutmuştum?
Anlıyordum galiba her şeyi, sınavlardan zayıf almış bir talebenin her şeyi kurtarma sınavlarına bağlaması gibiydi. Çok çalışmak gerekti acılarınla yıktığın dünyevi hayattan kurtulup Ebedi mutluluk hayatına gidebilmek için. Seni düşünmek artık cezaevinde mahkûmların attığı voltalara benziyordu bende. Sadece zaman geçirmek… Güle güle Sevgili ebediyette Mutlu olmak için Güle Güle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder